Sunday, May 25, 2008

ntvspor yayında...


Şu sıralarda ntv nin yeni kardeş kanalı ntvspor un son reklamı dolaşıyor tv lerimizde...üstad ercan taner topu yolluyor ve tranfer soylentisi doğru mu diye soruyor...nihat ise hayır diyerek topu geri yolluyor...aslında ilk bakışta topun istanbul dan ispanya ya gitmesi ve geri gelmesi mantıksız gerçek dışı gibi gözükse de taşıdığı mana ve anlatmak istediği tema gayet açık ve net biz haberlerimizi en hızlı şekilde ve en doğru kaynaktan alarak yayınlıyoruz...bunu da aslında gerçekte olmayacak bir olayı kurgulayarak anlatıyor...hızlı ve guvenilir olmakla beraber reklam da ana karakter olarak ercan taner in kullanılması da olaya yeni olmamıza rağmen bir o kadar da tecrubeliyiz manasını katıyor boylece tecrubede guvenilirliğin destekçisi bir nevi kanıtı oluyor..yani insanların ntvspor a olan guveninin artmasına cok buyuk bir katkı sağlıyor ve hedeflenen amaç çok açık ifade ediliyor bu sebeple ntv nin yaptığı her işi taktir ettiğim gibi ntvspor u da ve bu reklamı da takdir ediyorum....çok başarılı böyle devam ntvspor....

Milli Takımın Pazarlama Atağı!!


Hepimizin bildiği gibi Avrupa Şampiyonasına şurda sayılı günler kala tv de milli takımımız ile ilgili yeni yeni reklamlar türemeye başladı...birisi oyuncularımızın çocukluklarını gösteren diğeri ise drinking song un cover yapılmış hali..genel olarak her iki reklamda da asıl verilmek istenen tema milli takımımızın genç dinamik ve başarıya aç olduğunu lanse etmekte ve insanların milli duygularını kabartmak istemekte...bu haliyle herşey yolunda güzel ve etkili özellikle şarkının cover yapıldığı reklamda takımdaki birlik ve beraberlik had safada olduğu gösteriliyor...böylece içinde olduğumuz zor gruptan birlik beraberlikle çıkabileceğimizi düşünen insan sayısının yani desteğin artması sağlanıyor...diğer taraftan bu reklamların hepsinin ülker tarafından yaptırılmış olması ve daha çok atv de yayınlanıyor olması ilk hedef olarak milli takımın başarısı mı yoksa kendi pazarlamaları diye bir soruyu da akıllara getirmiyor değil tabii..ama bu komplo teorisine rağmen reklamların başarılı olduğu etkili olduğu da bir gerçek bu noktada da federasyonun iletişim sorumlularından Yiğiter Uluğ ,ülker grubu ve atv ye, verilmek istenen temayla birebir uyumlu reklamları yarattıkları için tebrik etmemiz gerekir...Yolunuz açık olsun...



Hani Paf takım nerede




Bu seninin başındaki Feberbahçe-Beşiktaş derbisinden sonra hakemin verdiği hatalı karardan sonra maç bitiminde ilk olarak Sinan Engin'in yaptığı şu açıklama " PAF takımı ile çıkacağız bundan sonra" açılaması gündeme bomba gibi düşmüştü.Özellikle bu açıklamanın üstüne yaptığı konuşma Biz bu ligin uvertörü müyüz? Piyonumuyuz?" sorusunu yöneltti. Engin, Başkan Yıldırım Demirören ile telefonla konuştuklarını ve başkanını kendisine "PAF takımı ile çıkacağız, bundan sonra" dediğini açıkladı bu açıklama bütün okların Beşiktaş'ın üstüne dönmesini sağlamıştı.Öncelikle şunu söylemek istiyorum Beşiktaş menajerinin ve yönetiminin yaptığı bu açıklama çok büyük bir talihsizlikti.Çünkü Türkiye şartlarında söylenilen lafın ağırlığı çok fazlaydı ve Beşiktaş yönetimini bu açıklamarı kaybedilen bir maçın arkasından birazda kızgınlıkla düşünmeden yapmıştı.Herkes Beşiktaş klübünün bir sonraki hafta yapacağı maçı beklemeye başladı.O hafta süreci içinde medyada olayın ateşini canlı tutacak bir sürü olay yazıldı.Ve o haftanın sonunda Beşiktaş futbol takımı as kadrosuyla maça çıktı.Bu olay Beşiktaş takımının bir anda inanılmaz prestij kaybetmesine Beşiktaş yönetimininde hem kendi taraftarının önünde hemde rakiplerinin önünde prestij kaybetmesini sağladı.Beşiktaş yönetiminin yaptığı bu düşüncesiz açıklamalar Beşiktaşlılık duruşu denile tabirle tamamen çelişti.Buna tepki de en çok Beşiktaş taraftarı vermişti zaten.Bu olay Beşiktaş yönetiminin ne kadar tutarsızca kararlar vererek klübü hem maddi hemde manen zarar verdiğini ortaya koymaktadır.Bu tutum ayrıca amatör insanların bu kadar büyük şirketlerin başında olmamasını göstermiştir.



Avea'nın kampanyaları




Avea yeni başlattığı kampanyalarla özellikle hedeflediği kitle olan genç kuşağın kalbini tam onikiden vurmuştur.Özellikle yağmış olduğu 39 sms e 5000 bedava mesaj hakkı bu yalnızca avea hattından avea ya atmak koşuluyla bir diğeri ise 39 kontöre 500 bedava mesaj hakkı fakat bu sefer bütün hatlarla mesajlaşma olasılığınız olabiliyor.Avea özellikle yaptığı bu iki kampanya ile hem belirli müşteri profilioluşturdu(öğrenciler)hemde bu kampanyalar sayesinde hat satışları bi anda ikiye veya daha fazla seviyeye çıkardı.Ayrıca bunun yanında birsürü tarife başlatarak bir çok insanın dikkatini üstüne çekti.Bunlara örnek verecek olursak taraftar gruplarına yaptığı tarifeleri örnek verebiliriz.Bu tarifenin yapılma amacı Türkiye'nin 4 büyük taraftar grubu olan takımlarımızın taraftarı hem kendi klüblerine katkı yapıyolar bu sayede hem de aveanın yaptığı bu tarifeyle daha ucuza konuşma fırsatı yakalama fırsatı buluyolar.Ancak şunu da söylemeyeden geçemiyecem avea bu başarılı kampanyaları yaparken sanırım bu kadar çok tutacağını tahmin ettmemiş.Çünkü özellikle bedava mesajlarda yaşanan sorunlar kullanıcıların aveadan soğumasına sebeb oluyor.Çünkü attığınız mesaj çok sık olmaması kaydıylada attığınız kişiye ulaşmıyor yada attığınız kişiye çok geç ulaşıyor.Bunun yanında avea hattınızın heryerden çekmemesi sizi daha da deli edebiliyor.Bunun temelinde avea nın alt yapısal olarak iyi hazırlanmamasındanda bahsedebiliriz.Ama yinede bu tarifelerden dolayı avea ya bi teşekkür borçluyuz bence:-D

Yeni Stadın Önemi




Futbol günümüzde en çok rağbet edilen spor dalı hatta olay spordan çıkmış takımlar için bir endüstri taraftarlar içinse hayatlarının bir parçası olmuş durumda.Ortada çok büyük bir gelir var ve tüm takımlar bundan bir pay alma çabasında fakat ülkemizde bu pastadan pay almayı az çok becerebilen tek takım var fenerbahçe...Avrupa 'da ise durum çok farklı, ingiliz takımlarının bu pastada çok büyük bir payı var daha da net söylemek gerekirse hegomonyası var.Bunun başlıca sebepleri futbolun İngiltere de bir kültür haline gelmesi,takımların taraftarlarına sunduğu imkanlar ve halkın gelir düzeyinin yüksekliği...Pastadan pay almak içinse yüksek miktarda girişimlerde bulunmak gerekiyor mesela stad gibi..Stadlar günümüzde kulüp gelirlerinin büyük bir bölümünü oluşturuyor öyle ki ingiliz Arsenal kulübünün maç günü gelirleri (gişe ve forma vb.) toplam gelirin %51 ini oluşturmakta fakat bu yüzdeye yeni stadları Emirates ile ulaştılar eski stadları Highbury den Emirates e geçerken maç günü gelirlerini %117 arttırdılar ve %51 e ulaştılar aradaki fark neydi ki bu uçurumu sağlayan??? Cevabı basit...konfor ve kalite arttı kapasite arttı ve sonuçta bu tablo oluştu.Konfor ve kalite derken de özel koltuk ve loca sayısının artmasından bahsediyorum.Bu sayede daha konforlu ve çok locayı çok daha yüksek fiyata satıyorlar.Bir başka örnekse Almanya dan son dünya kupasının bu ülkede olması sebebiyle futbola olan ilgini artması ve yeni stad yapımları kulüplerin gelirlerinde ciddi artışlarıda beraberinde getirdi ki avrupa da ortalama olarak en yüksek kapasiteye oynayan takım bu sezon düşmekten son haftalarda kurtulan Borussia Dortmund ve yaklaşık 72.000 kişi fakat Almanya ile İngiltere arasındaki gelir seviyesi farkı hala Münih dışındaki Alman takımlarının İngilizlerle gelir bazında yarışmasına engel olmakta...Ülkemize dönecek olursa yeni stadı ile birlikte gelir olarak coşan fenerbahçe bu sezonki avrupa başarısı ile gelen talepler yüzünden kale arkalarına loca yapma kararı aldı ve loca fiyatlarını rakamı dğiştirmeden dolardan euro ya çevirdi..Bu da yeni ve cok daha yuksek bir gelirin fenerbahçeyi beklediğini gösteriyo..Avrupa daki meslektaşlarından kopuk olan ve bunu gören gs ve BEŞİKTAŞ ise stad işlerine daha henüz giriyor...ama yinede yalnız değiller liverpool gibi bir devde aynı bjk ve gs gibi durumda ama nese utanmaları için o kadar büyük bir sebep hala yok!!!

Sigara Yasağı'nın Pazarlama Fiyaskosu!!

Hedef kitleyi anlamak, anlamak, anlamak.... İşte tüm mesele bu...Şairane oldu değil mi?İçimde bir şair, bir yazar, efendime söyliyeyim bir edebiyatçı olduğunu biliyordum zaten. Dışarı çıkarmak bu güne kısmetmiş. Neyse efendim şiirlerimi başka bir zaman yollarım sayfamıza, şimdilik pek çalışkan! hükümetimizin bize kazandırdığı saçma salak yasarlardan birini incelemek istiyorum, elbette pazarlama penceresinden. Sigara yasağını hepimiz biliyoruz malum, halkı ölümden kurtarıyorlar, kamu alanlarında içemiyosun. Kamu alanı nedir, içine tam olarak neler girer şimdi yazarsam sallamış olurum o sebeple ben anladığımı yazayım, artık anca sokakta sigara içebilecek sevgili halkımız. Ne güzel değil mi? Pasif içicilik diye bir şey olmayacak, kimseler akciğer kanseri olmayacak, atmosferimiz pek temiz pek ferah olacak- sanıyor herhalde yasayı çıkaran dahi hükümetimiz. Düşünemedikleri şey ise ekonomimize etkileri ve halkın böyle birşeyi isteyip istemediği daha çok da ihtiyacı olup olmadığı. Şimdi malum meclis pek pazarlama diye yanıp tutuşmuyor, ama tutuşsalar iyi olur çünkü bu meret yasalar dahil herşey için geçerlidir. Yasayı halka benimsetmeniz için, zorlamadan çok pazarlama işinize yarayabilir mesela. Neyse demek istediğim olaya döneyim, bu yasak kıraathanelerde, meyhanelerde, barlarda,restaurantlarda da işleyecek. Nereler buralar?halkın en çok sigara tükettiği yerler. Kahveye gidip sigara kullanmayan kaç kişi vardır? Daha doğrusu sigara içen bir kıraarhane müşterisi bu yasaktan sonra bir daha oraya gider mi? Gitmez... Demek istediğim olay, hedef kitleyi anlamak!!! Bir tüketiciye mal satabilmenin en iyi yolu onu anlayabilmektir. Onun isteklerine ve ihtiyaçlarına göre mal ve hizmet sağlamaktır. Peki meclis halkını anlıyor mu? Hiç sanmıyorum çünkü eğer anlayır olsalardı bu yasağı böyle tasarlamazlardı. Yasanın amacı güzel ama uygulanışı yanlış, çünkü bu kitlenin böyle bir isteği ya da ihtiyacı yoktur. Eğer siz halkı anlayamazsanız, onunla zıt düşerseniz, yasalarınızı da onlara benimsetemezsiniz ve de yasalarınızın bir faydası olmaz. Unutmayın, önce kitlenizi anlamalısınız, pazarlamanın da özü budur bence... Üşenmeyip, zahmet edip okuyan herkese teşekkürler...

Yeni Jetta


Yaklaşık üç dört gün önce izlediğim bir reklamdı Yeni Jetta.Ama izledikten sonra kafam gerçekten karışmıştı.Bu araba bir patron ya da üst düzey standartlara mı sahipti yoksa ortalama bi ailenin de kullanabileceği ideal bi araba mıydı???Böyle düşünmemin sebebi tabiki reklamda yapılan bir positioning hatasıydı.Arabamız önce güzel bir mekana geliyor ve bir mekan çalışanı hemen arabayı karşılıyor ve arka kapıyı açıyo fakat bir süre beklemesine rağmen arka kapıdan inen yok!!! Çalışan arabanın ihtişamına aldanıp kalburüstü bir bireyin çıkacağını sanarken sürücü kapısı açılıyor ve günlük,rahat ve şık bir kıyafetle inen yakışıklı hafif sarışın bir bey çıkıyor ve anahtarı elemanımıza atıyor ve reklamımız siyah bir ekrana bürünüp wolkswagen ambleminin altında prestij ve kalite yazıyor....Reklamın film kısmından anladığım arabamızın üst kesimden çok orta kesim ve konforu ön planda tutan ailelere göre olduğunu düşündürmesine rağmen, en son karşıma çıkan prestij kelimesi ise tamamen üst düzey patronların arabası edası vermekte müşteriye...Bu da benimde yaşadığım gibi insanlarda kafa karışıklığına yol açacağı gibi insanların jetta dan uzaklaşmasını ve o arabaya olan talebin düşmesine yol açacaktır....Ve malesef böyle büyük bir hatanın wolkswagen gibi yıllardır bu sektörün içerisinde ayakta kalmayı başarmış bir marka tarafından gelmesi de ayrı bi soru işreti....Bu adamlar pazarlama elemanlarını mı değiştirdi acaba???

Erimeden yesek mi?


Algidanın romantiği cornetto özlü sözünü değiştirdi arkadaşlar. Aşkımla erir misin yawrucuğum olayına bir de erimeden yesek mi eklendi. Takdir edilesi bir durum, çünkü bu algidanın huyudur bilirsiniz, positioning olayından hiç taviz vermiyor. Cornetto diyince aklıma direk aşk, sevgi, kestiğim hatunla tanışma aracı falan geliyor artık. Zaten öyle idi, yaz aşklarını çok iyi çağrıştırıyordu. Dondurmayı yerken insan bir hüzünleniyor, bir kız geçse de iki dakika aşk yaşasak diyor,bu kadar abarttılar işi yani:). Tabii ki de bu başarının en büyük sebebi tüketiciyi anlayabilme. Bu mu nerden çıktı? Yaz denince aklınıza neler geliyor? Benim aklıma aşk, tatil, içki, ve dondurma geliyor. Yani demek istediğim, bahar aylarıyla beraber insanların içi bir kıpır kıpır olmaya başlıyor. Aşk kokuları atmosferde fink atıyor. Ve tüketicideki bu halleri gören algida pazarlamacıları hemen cornettoyu erosun aşk oklarına dönüştürüyor. Eh bu kadar güzel bir uyumu gören tükecimiz de duramıyor ve aşka geliyor. Erimden yesek mi sloganı da bu yaz aşkını başlatabilme(bildiğin, insanlara asılma olayı yani) konusunda cornettonun sağlam yerini, iyice kıpırdamaz haline getirdi. Ama algidanın bir yerden sonra durması gerek,özellikle Türkiye pazarında, çünkü eğer durmazlarsa bu yaz her oğlan elinde bi dondurma gelene geçene erimeden yesek mi olsun,aşkımla erir misin falan olsun asılıp, sarkıp duracak. İşin espri boyutu bir yana, Allah herkese böyle başarılı bir marka olmayı nasip eylesin, amin!!!Üşenmeyip, zahmet edip okuyan herkeslere teşekkürler...

Saturday, May 24, 2008


Ps 3’ün Çöküşü

Yaklaşık 1 hafta önce sony tarafından yapılan açıklamaya göre sony firması ps3 ten zarar etmiş durumdaymış.Bunun dışında bünyesinde barındırdığı 2 ürün ise bu makinenın aksine sezonu hayli karlı kapatmış.Bu ürünlerden biri ps2 , diğeri ise psp .Psp bu senenin sony adına en çok kar getiren ürünlerin başındaymış.Aslına bakarsanız bu netice biraz normal çünkü fiyat açısından incelersek bu iki ürünün piyasa fiyatı 300 dolar ile 500 dolar arasında iken ps3 fiyatlarının en düşük seviyesi 750 dolardan baslamakta.Aslında ps3’ün kalitesine baktığınızda bu fiyat değermi diye kendinize soruyosunuz ve evet cevabı ile kendinizi tatmin ediyosunuz ancak iş yalnızca ps3 e verdiğiniz parayla bitmiyor malasef.Sony bu makineyı yalnızca HD teknolojisi olan televizyolarda çalışacak biçimde tasarladığından dolayı makineya verdiğiniz paranın yanında eğer evinizde lcd yada plazma televizyonu da almak zorunda kalıyorsunuz .Bunun maliyetide size en azında 1000 dolar olarak geri dönüyor.Daha oyunu oynamadan yaklaşık 2000 dolar harcamış bulunuyorsunuz.Bunun dışında ps3 piyasaya çıktığında oyun üreten firmalar bu makineya göre oyun çıkarmamıştı.Bu olayda ps3 ün talebinin düşük olmasını sağlamıştır.Buna örnek verecek olursak her oyun sever erkeğin beğendiği en iyi futbol oyunu olan pes2008 makinadan 3 ay sonra piyasaya çıkarıldı.Ps3 ile sony yeni bir bakış acısı yaratmaya çalışsada ki kısmen başardılar bunu cünkü ps3 ün kalitesi çok yüksek ama dikkat etmedikleri ufak detaylar yüzünden Sony bu makinedan oldukça zarar etmiş bulunmaktadır.
Türk Takımları Avrupa’da Başarılı Olmasın

İlk olarak şunu söylemek istiyorum Türk düşmanı değilim yada futbol düşmanı bir insanda degilim .Aksine fubolun içinden gelen bir insanımAncak türk takımlarının gerçekten Avrupa da başarılı olmasını istemiyorum .Çünkü ülkemizin içinde bulunduğu o kadar sıkıntı varken bir anda gündemin futbola çevrilmesi ve her şeyin birdenbire millete duyurulmadan değişmesitilmesi yüzünde takımlarımızın başarılı olmasını istemiyorum.Daha birkaç ay önce Fenerbahçe’nin Avrupa da yakaladığı başarıyı hatırlarsanız o dönemde Türkiyenin gündeminde hararetle tartışılan konu olan ve bir türlü hararetini kaybetmemiş olan türban konusu gündemin ilk sırasındaydı.türban meselesiyle birlikte bir konu daha vardı o dönem yine vakıflar yasası bir türlü geçirememişti akp hükümeti bu tasarıları.Ancak ne olduysa oldu Fenerbahçe Şampiyolar liginde ne zaman Çeyrek finale yükseldi konu bir anda Fenerbahçe oldu.Bu olay bir anda Akp hükümetini yardımına Hızır gibi yetişti.Bu gelişen olay sayesinde Akp hükümeti hem medyayı maymun etti hemde milleti rahat rahat uyuttu.Fenerbahçe’nin çeyrek final mücadelesi 2 hafta sürdü ve bu sürecin sonunda Fenerbahçe elendi.Ancak ortada şöle bi sorun vardı bu iki tasarıdan vakıflar yasası meclisten geçmiş digeri ise yani türban tasarısında da sona çok yaklaşılmıştı.İşte bu iki neden yüzünden türk takımlarının Avrupa da başarılı olamsını istemiyorum.Gerçi milli beraberlik ve bu kadar sıkıntı çeken halkımızın biraz olsun yüzünü yine bu branşla güldüğünü görüyoruz ama yinede bu başımızdaki hükümet olduğu sürece başarılı olmasını istemyorum.

Algida’nın magnum stratejisi

Aslına bakarsanıs MAGNUM’un yani onu üreten firma olan AlGİDA’nın reklam projelerini çok beğeniyorum,ancak getirdiği starların ürünün önüne geçtiğini hatta üründen çok kendilerinin reklamını yaptını düşünüyorum.Algida firması iki sezondur
gerçekten de dünyaca ünlü starlar getiriyor ülkemize.Bu cidden hem ülkemizin tanınması açısından hem de ürünün pazarlanması açısından çok önemli bir olay. Ancak
özellikle paparazzi denilen medya mensupları sürekli gelen starlarla haber yaptıkları için ürün ikinci hatta üçüncü plana itilmektedir. Bu durumun yanında birde algida firmasının ürünü dağıtımındada sorun yaşadığını görürüm. Eğer bir ürünün reklamını yapacak konumdaysanız o ürünü satmaya hazırsınızdır.Malesef TÜRKİYE deki coğu firmada olduğu gibi Algidanında Türkiye ayağını yöneten yöneticiler dağıtım konusunu çok iyi yapamamakta.ürünün reklamı görsel ve yazılı medyada dönmeye başlasada siz o ürünü satılan yerlerde bulamamaktasınız.Bu durum yapılan onca harcamanın boşuna gittiğini gösterir.Ancak algida bu durumucornetto adlı ürününde yaşamamıştır .Geçen sene algidanın yapmış olduğu bu kampanya “1 cornetto ya diğeri bedava” çok başarılı olmuştur.Hemde ürünün reklamında oynayan oyuncular magnumun reklamlarında oynayan yıldızların yarısı kadar bile ünlü deillerken.Bu nedenle algidanın magnum gibi
algidanın star sınıfındaki bu ürüne uyguladığı stratejiyi yanlış buluyorum.

Cep Telefonu ve Pazarlama (Nestle)

Cep telefonlarını hayatlarının en önemli noktalarına konuşlandıran gençlere ulaşmayı hedefleyen markalar için mobil mecra her geçen gün önemini arttırıyor. Alınan başarılı sonuçlar tüm markaları kamçılıyor ve birbirinden yaratıcı kampanyalar ortaya çıkıyor. Nestle’nin çikolata ve kahve grubundan iki markasıda önemli başatrılara imza attı. Bu iki ürün Nescafe 3’ü 1 arada ve Crunch. Tamamen 16-25 yaş arası kitleyi hedefleyen iki ürün. Yani cep telefonu ile çok fazla haşır neşir olan yaş aralığı. Nestle’nin 3’ü 1 arada için‘ Mükemmel Karışım’, ‘ Fındık Aşkı eğlendiriyor’ ya da ‘ Fındık aşkı kazandırıyor’ şeklindeki sloganları ile yaptığı reklamlarda sms veya internet aracılığıyla gönderilen şifrelerle hediye kazanın diye reklam yaptılar. Verdikleri hediyeler tek kişiye verilecekten 100 kişiye verilecek şeklinde klasik bir biçimde belirtildi.Ama yaptıkları araştırmalarda 1’ den 100’ e kadar verilen hedşyelerde müşterilerin çıkmıyor ki nasılsa dyerek katılmadıkları ortaya çıktığı için her 10. Kişiye 10 kontör şeklinde katılımı arttırmayı hedeflediler. Crunch’ da da aynı taktik vardı. Crunch’ da tek fark her dakika başı 10, 20, 40 YTL’lik bir para ödülü vardı ve bu para ödülü sms le gelen şifre Garanti bankasının bankamatiğine yazıldığında alınabiliyordu kredi kartına gereksinim duyulmadan. Yani 5 dakika içinde herhangi bir ödül kazanıp kazanamadığını görebiliyorsun. Ayrıca paketten bedava Crunch çıkma ihtimalide vardı. Bugüne kadar çikolata ilk efa yapılan bir olaydı bu paketten bedava çıkma olayı. Yani Nestle’nin Crunch’ı Nescafeden daha çok sattırmak istedikleri apaçık ortaydı. Bu reklamlar promosyonlar sonucu bu iki ürünün yoplam satışı %117 artmıştı. Kazanılan başarı çok fazlaydı ayrıca promosyonlar için geri dönüş %10 u buluyordu. Bu da promosyon dönüşü için elde edilmiş çok büyük bir rakamdı. Ve promosyanlar sms ile katılma olanı %70 mail ile katılma oranı %30. Nestle’nin bu başarılı grafiğindende anlaşılacağı gibi cep telefonları artık günümüzde pazarlama için büyük bir silah. Çünkü eskiden bir çekilişe katılabilmek için posta gönderiliyordu için doldurulmuş form, mektup, 10 tane margarin kağıdı, 20 tane kapak vs. Yani tam bir hamallık haline gelebiliyordu. Fakat şimdi bir yandan aldığın ürünü yerken bir yandan her saniye yanında olan cep telefonu ile bir mesaj gönderilerek katılınabiliniyor. Sonrada yediğin yada kullandığın yiyeceğin kabını, kapağını saklamak zorunda kalmıyor çöpe atıyorsun. Eskiden belki ürünün ambalajındaki promosyon reklamına bakıp ‘ Bak bunu alırsak araba kazanabilirizama şimdi al kullan on tane ambalajı sakla gönder çekiliş tarihini bekle takip et kim uğraşacak biz gene bildiğimiz markayı alalım’ derken şimdi ‘ Bak bu marka şu ödülü veriyormuş hem onu kazanamasak bile dakika başı yada her 10. Kişiye şunu veriyormuş alalım kasadan çıktığımızda açar ambalajı göndeririz şifreyi’ haline dönüyor. Müşteriye bu konudada kolaylık sağlayıp satışları arttırmak mümkün oluyor.

Monday, May 5, 2008

Gülemeyesice Pis İnekk!!!


Sevgili okuyucularım, ben bu yazımda sizlere memleketin başındaki 5 büyük illetten en dişlisi hakkında bir şeyler paylaşacağım. Şimdi nedir bu 5 büyük illet diye sorarsınız herhalde, bunlar; AKP, kuş gribi, fenerbahçe ( çok sevgili hocam lütfen kusura bakmayın:)), Emine Şenlikoğlu, ve ve ve en azılısı, hiç gitmeyecek olan, hortlayıp hortlayıp yine gelen, insanı müzikten ve üçgen peynirden soğutan, dünyaca ünlü fransız markası La Vache qui Rit...Evet sevgili okuyucularım 80'lerin çocukluğunu yiyen, bu okunamayan marka, gelecek parlak nesillerimize tekrardan göz dikti. Türkçesi gülen inek manasına geliyor (ve lavaş kiri diye söyleniyor) bu tellafuzu reklamı kadar kötü olan markanın. Bu adamlar üçgen peynir, erimiş peynir falan üretiyorlar (en azından Türkiye'de sadece bu ürünleri var). Reklamlarında bir dolu çocuk yuvarlanan dev üçgen peynir kutusu arkasından koşuşturuyor, hepsi de pek mutlu pek mesut, niye efendim, çünkü gülen inek yediler. Neyse, bu La Vache qui Rit, ülkemize 80'lerde, ithalatın serbest bırakılmasıyla girmiş, ve de ilk ithal edilen gıda ürünlerinden birisi olmuş. 80'lerdeki reklam şarkısı da bugünkü kadar iğrençmiş öğrendiğim kadarıyla (bir kuple yazayım hemen, lavaş kiri, lavaş kiri, yumuşacık kaymak gibi lavaş kiri). Sonrasında, sanıyorum birkaç vatansever ebeveyn bunun ülkemizdeki yöneticilerini, reklamcılarını falan kordondan doğru denize döküp de o nesli çok geç kalmadan kurtarmayı başardı (tabii ki 80 dönemi çocuklarının hiçbiri normal bireyler olmayı başaramadı, lakin hepten delirmekten yırttılar). Ben bu kadar sevmiyorum bu peyniri de dünya benimle aynı görüşte değil sanırsam, çünkü her 20 saniyede 10 milyondan fazla porsiyon La Vache qui Rit yeniyormuş (tabii bu yazıdan sonra herşey değişecek:)). İşin aslına gelince arkadaşlar, markanın verdiği mesaj çok hoş," bu peyniri yiyin, mutlu olun", hedef kitlelerini (çocuklar oluyor bu kitle) çok güzel seçmişler ve temayla birleştirmişler. Gördüğüm yorumlara göre gerçekten neşelendiriyor bu şey çocukları. İsim hariç herşey süper ki belki de "Gülen İnek" olarak geçecek marka ismi Türkiye'de. Kötü olan kısım, benim nefretim. Reklam müziği iğrenç!!!(Lavaş kiri, lavaş kiri, herpimizin çok sevdiği lavaş kiri). Neyse, bir kaç yorum okudum bu marka hakkında, ve üniversite öğrencileri ve de biraz daha geçkin kesim benim düşüncelerimi paylaşıyor. 80'lerde çocuk olup da reklamlarını hatırlayanlardan kimi hoş sevimli bir anı, kimi ise çocukluğunda bir kara leke olarak görüyor. Markanın çocuklar üzerindeki etkilerini maaleysef bilemiyorum, ama bir araştırma yapmayı çok isterdim. Tadını, tuzunu hiç sormayın, ürünlerini alıp adamları zengin edemem:). Neyse, hedef kitleleri benim gibi mi düşünüyor, yoksa masum çocuklarımız bu reklam oyununa kanacak mı, bunu zaman gösterecek. Gerçi malum, bunlar yüzsüz, yarın bir gün tekrardan çıkıp gelirler o öldürücü şarkılarıyla.Üşenmeyip, zahmet edip okuyan herkese çok teşekkürler...

Sunday, May 4, 2008

Banka Kobi Çelişkisi

   Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezeri MGK toplantısında elindeki anayasa kitapçığını hükümet yetkililerine fırlatmasaydı, onlar halen üvey evlat muamelesi görüyor olacaklardı muhtemelen. Oysa 2001 kriziyle birlikte kaderleri değişti. Gerçekleştirilen yapısal reformlar ve ardından uygulanan mali disiplin sayesinde T.C. Hazinesi' nin borçlanma gereksinimi ve faizler hızla düştü. Bankalarda yeni müşteriler peşinde koşmaya başladı. Şimdilerde Türk bakaları İçin artık yeni bir kral var : Küçük ve orta boy işletmeler yani nam-ı diğer KOBİ. Son zamanlarda herkesin dikkatini gerek televizyon gerekse gazetelerdeki banka reklamlarının genellikle KOBİ' ler hakkında olması çekmiştir. Gerek düşük faiz avantajları gerekse uzun vadeli yapılan ödeme planları ile bankalar KOBİ'leri tabiri caiz ise kapmak için uğraşıyorlar. Özellikle Türkiye'de şöylede bir gerçek var işletmelerin %99.5i KOBİ, ayrıca istihdam içindeki payları ise %70 seviyelerinde. İhracatın %10' unu gerçekleştiren KOBİ'ler, gayrısafi yurtiçi hasılanin %25-30' unu oluşturuyor... Yani kocaman bir müşteri ordusu demek bu bankalar için. Ve bu müşteri kitlesini elde edebilmek için bankalar strateji savaşları içerisinde düşük faizinden, uzun vadeli ödeme planına kadar ayrıca KOBİ'lere ulaşabilmek için reklam savaşları içerisindeler. Koçbank bu kitleye ulaşabilmek için ilk KOBİ' lere özel internet sitesini kurdu kobiline.com adı altında. İnternet aracılığıyla yaklaşık 2 milyon KOBİ'ye ulaşılabiliyor. Arkasından TEB internet televizyonculuğu ile 'TEB Kobi TV' ile tebkobitv.com adresinde nisan ayından beri sadece kobilere özel bir tv ile yayın yapıyor. Buradan KOBİ' lere ulaşmak için ne kadar mücadele verildiğinin bir kısmı görülebilir. İşin aslı KOBİ' ler bankalar için bir nev'i altın yumurtlayan tavuk.
    KOBİ' ler içinse bankalar işlerin dönmesi için en gerekli unsurların başında geliyor. Çünkü ülkemizde KOBİ' ler çalışabilmek mal alıp satabilmek için gerekli olan sermayeyi çoğu zmn bankalardan sağlıyorlar. Ve çoğu KOBİ' de bu kredileri bankalardaki tanıdıklar sayesinde alıyorlar bu ülkemizin bir gerçeği. Bir KOBİ' nin sahibi aynı bankanın aynı şubesinden sürekli kredi alıp geri ödediği zaman o bankanın müdürü olsun bazı üst kademedeki çalışanları olsun o kişiyi tanıdıkları için kendi nezdinde kredi notunu yükseltiyor bir süre sonra bazı gereken prosedür işlerini istemiyorlar bile 'sen nasılsa güvenilir müşterisin bir sorun olmaz' şeklinde krediyi verebiliyorlar. Bu bir gerçek yada öyle olmayan yerler olsa bile bankalar KOBİ' nin kredi notunu kendileri belirliyor ve zaten KOBİ kapmaca oynanan şu dönemde KOBİ' nin resmi olarak gösteridiği gelirinin 3, 4, 5 ve daha fazla katı krediyi riski göze alarak veriyorlar. Bu sayede KOBİ' lerde rahatça işlerini yapabiliyorlar. Birde şu var gösteridikleri gelirleri, kazançları dedim, bunları gerçek sayı olup olmadığını KOBİ' lerin kendileri hariç kimse bilemiyor çünkü ülkemizde başka bir gerçek daha var, az vergi ödeyebilmek için az gelir gösterilmesi şeklinde. Bunu da kimse inkar edemez aslında tamam muhasebe defterinde yazan şeyler kitabına uygun giren çıkan aynen yazıyor ama... Veya bugüne kadar, yere uluslararası standartlarda pekde sağlam basmayan, mali müşaviriniz tarafından 'bestelenmiş' malitablolar düzenlemişsiniz ve bir kaç banka ile uzun süredir çalışmaktasınız. Banka ile ilişkileriniz iyi. Güvenilir bir iş insanı ve şirketsiniz. Perakendeden topladığınız vadeli çekleri, ki çek vadelide olmaz ama, kullanarak teminat sağlıyorsunuz, kredi kullanıyorsunuz, özetle banka ilişkileri çerçevesinde işlerinizi döndürüyor, kredileride vaktinde ödüyorsunuz. Alan razı veren razı durumu.
   Bankalar KOBİ' ler arasında işler rayında gidiyor aslında kimse şikayetçi değil KOBİ parasını alıyor, bankada krei geri ödeniyorsa oda memnun bu işten. Ama aslında 2007 de ülkemizde sisteme girmesi beklenen, BDDK' nın daha ülkemiz hazır değil diyerek 2009' a aktardığı BASEL 2 kriterleri diye bir şey söz konusu. Peki BASEL 2 nedir ? Özetle BASEL 2 özünde sadece bankaların sermaye yeterliliğini düzenlemesi olarak görünen bu düzenlemenin, bankalarla kredi ilişkisi içinde olan tarafları önemli ölçüde etkilemesi beklenen bir olay. Bankaların sermayesini korumaya ve riskini azaltmaya yönelik bir kredi verme kriterleri. Krediyi kullananın taşıdığı riske göre kredi verilmesi ve kredi notu düşük olan kullanıcıların kredi maliyetlerinde artış olması şeklinde bankanın sermayesini korumaya yönelik bir olay. 
   Peki BASEL 2' nin korkutan yanı ne ? Kredi isteyenler bankalara ne kadar bir gelir yada teminat gösterirse gösterdiği gelir ve teminatın belli bir oranı kadar kredi alabilecekler. Bugune kadar iyi banka ilişkileri, güvenilir banka müşterisi olmakla alınan gelirin bir kaç katı şeklinde alınan krediler artık olmayacak. Müşteri ne kadar güvenilir olursa olsun kredi notu elindekine ve cebindekine göre verilecek. Bugüne kadar 30 bin YTL gelir gösterip (ki o da bestelenmiş muhasebe defterinde gözüken aslında daha çok olan ) 50 -60 bin yada o kadar olmaz geliri kadar bir kredi 30 bin YTL kredi alma devri kapaniyor. 30 bin YTL gelir gösteren KOBİ artık 20 bin YTl bile kredi alamayacak. Aslında BASEL 2 banka sermayesini korumaya, riskini azaltmaya yönelik bir uygulama gibi gözüksede şirketlerin iç yönünüde çok fazla etkiliyor. Daha şeffaf ve daha iyi muhasebe uygulattırmaya çalışıyor gibi gözüküyor.
   Peki banka, KOBİ çelişkisi nerede? Son yıllarda bankaların en gözde müşterileri KOBİ' ler haline geldi ve bankalar KOBİ' leri kapabilek için düşük faiz, uzun vadeli ödeme, ne kadar istersen o kadar kredi şeklinde fırsatlar sunuyorlar. KOBİ' leri elde etmek daimi müşterileri yapmak için uğraşıyorlar KOBİ' leri hem besleyip, ayakta tutup, büyütmeye hemde onlar büyürken onlar kar elde etmek için tüm risk gözardı ediyorlar nerdeyse. Fakat bankalar KOBİ' leri istedikleri kadar kendi çıkarlarına çok fazla katkıda bulunan BASEL 2 kriterlerini de istiyorlar. Ama bu kriterer geldiğinde elde etmek için o kadar vaat verdikleri, yok düşük faiz, yok uzun vade şeklinde vaatlerin hiçbirini gerçekleştiremez hale geliyorlar. KOBİ' lerin çoğu düşük kredi notlu, riski yüksek, alana girecekleri için faizi yüksek, maaliyeti yüksek kredi vermek zorunda kalacaklar. Ve bu olduğu zamanda hem KOBİ' ler hemde bankalar kara kara düşünmeye başlıyor. Aslında bankalar gene karlı çıktıkları için, yararlarına bir sürü şey ortaya çıktığı onlar o kadar kara düşünmüyorlar ama iş KOBİ'ler tarafında aynı iç açıcılıkta değil. Bankalar aynı kumarhanelerdeki masalar gibiler. 'Masa her zaman kazanır' sözünü onaylatıyorlar bizlere. Bu yazıyı sabırla okuyan herkese teşekkür ederim.

Saturday, May 3, 2008

Kokulu Kredi Kartları..




Daha yeni, bu sabah televizyon izlerken, bir reklam dikkatimi çekti. İlk başta anlamadım ne reklamı olduğunu. İzledim. HSBC yeni kredi kartı çıkartmış; Advantage Rouge ve Advantage Black. Düşündüm, herhalde bayanlara ayrı beylere ayrı kampanyalar sunacaklardı. Hemen açtım bilgisayarı, sitesine girdim HSBC’nin şu kartların ne olduğunu öğrenmek için. Hiç beklemediğim bir şeyle karşılaştım. Meğer parfümlü kredi kartı çıkarmışlar. Tabii tahmin edildiği gibi bayanlar ve beyler için ayrı kampanyalar, kolaylıklar güzel olanaklar da sunuyorlar. Advantage Rouge, vanilya ve Hindistan cevizi, Advantage Black lavanta ve tütün kokulu olacakmış. Tasarımı da farklı diğer kartlardan, bu kartların. Hedefleri de yüksek, bu yıl yaklaşık 150 bin kişi. Her banka sürekli çeşitli kartlar çıkararak, her birine birbirinden farklı olanaklar koyarak müşterilere sunuyorlar. HSBC de kokulu kredi kartını çıkartarak Türkiye’de bir ilk yarattı.
Hem bayanlar hem beyler için ortak avantajlarda şöyle: İstanbul, İzmir ve Ankara’daki seçkin restoranlarda, seçkin spor merkezlerinde, seçkin mağaza ve parfümerilerde özel indirim imkanına sahip olmak.
Birde her müşterinin kendi ilgi alanlarına göre ekstra avantajlar sunuyorlarmış. Bu avantajlar hakkında bilgiyi de müşteriler Call Centre yardımıyla alabiliyorlarmış. Bayanlara; Stil danışmanlığı, Newyork ve Milano Outlet Turu, Astroloji danışmanlığı, zayıflama danışmanlığı, yemek kursu, Briç kursu, dergi aboneliği, İstanbul/Ankara/İzmir(Çeşme)/ Bodrum Havaalanı Transferi..
Beylere de benzer avantajlar sunmuşlar; Yelken/dalgıçlık kursu, motosiklet sürücü kursu, Briç kursu, fotoğraf kursu, stil danışmanlığı, dergi aboneliği, İstanbul/Ankara/İzmir(Çeşme)/ Bodrum Havaalanı Transferi..
HSBC iyi, güzel kartlar çıkartmış güzel de kokuyor. Tamam hiçbir problem yok. Bu kartlar 25-45 yaş grubunu yani gençleri ve maceraperestleri hedefliyormuş! Bana çok kısıtlı geldi açıkçası. Şimdi bu sağladıkları olanaklarda işimize yarayacak olanlar olabilir. Belki restoranlar, spor salonları, parfümeriler vs.. onlarla da belli bir kesim ilgilenir. Biraz daha yüksek olan kesim. Diğer avantajlara gelelim; Briç kursu, Newyork, Milano Outlet turu, astroloji danışmanlığı nedir anlamadım. Bu insanların bunlara ihtiyacı var mı gerçekten de ve HSBC insanların bunları kullanabileceklerine inanıyor mu acaba? Yani Türkiye gibi bir ülkede, bu kartın avantajlarından yararlanabilecek olan kesim çok düşük.Umarım yakın zamanda biraz daha ihtiyaca uygun avantajlar çıkarırlar. İlk reklamını izlediğimde dikkatimi çekmişti gerçekten ama ben epey farklı şeyler düşünmüşüm, aslını isterseniz hayal ettiğimden farklı bir şeyle karşılaştım.

Thursday, May 1, 2008

Yeniden doğuş

Dünyada Coca Cola’ nın dışında (Fanta, Sprite, Nestea, Powerade, vs...) 400’den fazla markası olan bir grup Coca Cola Company. 108 yıldır süregelen ‘Kola Savaşları’ nın da tartışmasız lideri. Fakat 21. Yüzyıl çok parlak başlamadı. En büyük rakibi Pepsi, geleceğin beslenme trendlerini sezme yetisi kuvvetli CEO’larıyla tüketicinin susuzluğunu artık sağlıklı ürünlerle gidermeyi tercih ettiğini kavramış ve bu yönde adımlar atmayı başarmıştı. Özellikle son CEO’ su Indra Nooyi döneminde Pepsi’nin çevreci tutumuyla bütünleşen sağlıklı ürün imajı, zamanın ruhuna daha çok hitap eder şekildeydi.
Gerçi Coca Colayine liderdi, satışları düşse de bir numara oydu. Ve her halükarda ezeli rakibi Pepsi’yi domine güce sahipti. Ta ki 2004 yılına, anavatanıAbd’ de yaşadığı satışlardaki büyük düşüşe kadar... üstelikte Pepsi’nin satış grafiğindeki yükseliş devam ederken... Rakamlar içecek devinin Atlanta üssünde ciddi bir deprem etkisi yarattı. Şapkalar masaya kondu ve katbedilen itibarın nasıl geri kazanılacağına dair düşünmeye başladı genel merkez. Bulduğu en mantıklı çözümse kıdemli bir Coca Cola CEO’su olan Neville Isdell’i 2001 yılından beri emekliliğin tadını çıkardığı güney Fransa’daki malikanesinden geri çağırmaktı.
Finans analistleri bu karara şüpheli bir yaklaşım sergiledi. Acaba Isdell grubu toparlayabilecek miydi? Yapılması gereken şey onlara göre açık ve netti: Zamanında benzer sorunları yaşamış olan Pepsi’yi taklit etmekti. Fakat Isdell aynı görüşte değildi. Ona göre şirketi başkalaştırmak yanlış bir yoldu. Hala şirketin içecek grubunun katalizörünün %62’lik satış oranıyla kola olduğunu düşünüyordu. Şirketin bu temel içeceğine dair inancınıysa ‘önümüzdeki on yılda satışlarımızı iki katına çıkaracağız.’ Cümlesiyle özetliyordu. Peki bu nasıl olacaktı? Tabi ki Coca Cola’nın efsanevi CEO’su Roberto Goizuet’nın 3A formulünün revizyonuyla.
3A formülü Coca Cola’ya en parlak büyüme yıllarını yaşatan aslında basit bir formüldü.: ‘Acceptable’, ‘affordable’ ve ‘avaible’. Yani herkese yönelik olan, uygun fiyatlıve ulaşılabilir bir içecek. Eski/yeni CEO, şirketi daha güçlü bir hale getirmek için hala klasik Coca Cola’nın geliştirilebileceği düşücesindeydi ve bunun tespitini kanıtlamak için de firmanın tarihindeki en büyük piyasa analizini yaptırdı. Altmış ülkede uzman kişilerden oluşan 120 bine yakın kapasiteye sahip bir araştırma ordusu, 24 saat boyunca Cola’nın gelişimine katkıda bulunmak amacıyla taarruza geçti. Taarruzun mekanıysa sınırsızdı evler, cafeler, arkadaş ortamları... Kısaca gece ve gündüzün her mekanı.
Amacı ‘ insanlara daha fazla nasıl ve ne zaman daha fazla kola içiririm’ in formülünü bulmak olan bu taarruz, Atlanta Kulesi’nde yapılan beyin frtınalarıyla bütümnleşti, genel merkezde yapılan plan ve proje geliştirme toplantıları, Coca Cola’nın tarihinde ilk kez beyin takımıyla sahada görev yapan pazarlama ve marketing çalışanlarını aynı masaya oturttu. Bu şirket için tepeden tırnağa bir kenetlenme, bütünleşme tavrınada tekabül ediyordu. Ve bu teşebbüs sonucunda paketleme, dağıtım ve reklam alanlarındaki yenilikleri çok kısa sürede meyvelerinin vermeye başladı, Fakat kutuların, şişelerin içindeki tat hiç değişmedi. Ürün özünü korumaya devam etmekteydi.
Coca Cola, 2007 senesinde 129 milyar litre içecek sattı. Dünyadaki her bireye ayda 1.6 litre cola içirdi. Satışlarında 2006 yılına oranla %6 oranında bir artış gösteren firma son on yılında en büyük artışıydı. Son iki yılda borsa hacmini yüzde 50 artırmayıda başaran Coca Cola Company’ nin 2007 yılındaki satış rakamıysa 28.6 milyar dolar. Şirketin özünğ koruyarak buhran günlerini atlatmasını sağlayan Isdell ise 2008 de koltuğunu sağ kolu Muhtar Kent’e bırakarak ikinci defa emekliliğe ayrıldı.